Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. (Tevbe/38)

Anasayfa

ALLAH ERLERİ

İbadet

İbadet

İBADET KELİMESİNİN DİL YÖNÜNDEN ARAŞTIRILMASI

Ubûdet, Ubûdiyyet ve Abdiyyet (Köle olmak ve kulluk) diye kullanılan kelimenin lügat mânâsı'(İbnu'l-Fâris, Makâyisu'l-Luga, V, 205'de maddesinde şöyle diyor:  kelimesindeki  ve  sanki birbirine zıt iki sahih harf gibidirler. Bu iki asıldan birincisi yumuşaklık ve tevazuya, ikincisi de şiddet ve kabalığa delalet eder.İbn Side, el-Muhassas XIII, 96' da şöyle diyor: "Lügatte ibâdetin aslı boyun eğmek... ibadet, itaat etmek, tevazu göstermek ve meskenet birbirine yakın manâlı olan kelimelerdir; ibâdet mabuda itaat olsun veya olmasın daha üstünü olmayan her tür boyun eğme demektir; ancak mâbud için olan itaat itaattir, boyun eğme ve bir çeşididir, ibadete ancak, görme, işitme, idrak ve hayat gibi en yüce nimetleri veren layıktır; şükür ve ibâdete ise ancak nimetle hak kazanılır. Çünkü ibâdetlerde azın azı bile, ancak nimetin en yükseğim veren zâta karşı yapılma hakkına sahiptir. İşte bunun için ibâdete hak kazanan mâbud sadece  Allah'tır) itaat etmek, tevazu göstermek, daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye isyan etmeksizin, ondan yüz çevirmeksizin, mukavemet de göstermeden itaat etmesi ve boyun eğmesidir; o kadar ki kendisine boyun eğilen kişi, onu dilediği şekilde kullanır; hizmet ettirir. İşte bundan dolayı Araplar, yumuşak huylu, kolaylıkla güdülen yük devesi için , gidişi gelişi kolay olan yol için de   tabirlerini kullanırlar. Bu etimolojik kökten, kelimenin yapısında mevcut olan kulluk, itaat, ilâh edinmek, tapınmak, hizmet, bağlanmak, bağımlı kılmak ve yasak gibi mânâlar çıkmıştır. Lisanü'l-Arab'da ( ) kelimesi ile ilgili olarak aşağıda özetlediğimiz anlamlar yer almaktır(Bk. Lisânü'l-Arab IV, 259-269)

1) Kul, yâni hür olanın karşıtı olan köle.  Adamı köle edindi; onu kul, yâni köle edindi, yahut onu kul muamelesine tabi tuttu. Yine aynı mânâyı ifade etmek için, tâbirleri kullanılır. Hadis-i Şerifte bu hususu teyit için şöyle buyruluyor:

"Üç kişi vardır ki ben onların hasmıyım: Bunlardan birincisi, hür bir kimseyi köle ve mülk edinen adamdır." Başka bir rivayette hürü köle edinen, yâni hür bir kimseyi kendine kul, köle edinen.

Kur'an-ı Kerim'de Musa (a. s) Firavun'a şöyle dedi:

"İsrail oğullarını kul köle edindin  diye mi bana minnet ediyorsun?" (Şuarâ, 22)

2) İbâdet, boyun eğmekle beraber itaat. Meselâ:  "Tâğuta ibâdet etti" cümlesi "ona itaat etti" demektir. "Ancak sana ibâdet ederiz" yani belli bir düzen içinde yalnız sana itaat gösteririz. "Rabbimize ibâdet ediniz" sözü, "Rabbınıza itaat ediniz" demektir.

 "O ikisinin kavmi, bize ibâdet edicilerdir" yâni bize itaat edicilerdir demektir. Bu anlamda herhangi bir Melîk"e boyun eğen kimse, gerçekte ona itaat etmiş olur. İbnu'l-Enbari şöyle diyor:

 Filanca ibâdet edicidir"yâni o Rabbına boyun eğmiş ve Rabb'inin emrine teslimiyet ve bağlılık göstermiş demektir.

3) Kelimeleri "Ona kulluk etti; onu ilâh tanıdı" mânâlarına gelir.  kelimesi ise,"ruh ve şekline bağlı kalmak suretiyle kendini ibâdete verdi" demektir. Kelimesi "kendisine tapılırcasına saygı ve tazim gösterilen" demektir. Şair şöyle diyor:

; "Cimrilerin yanında malı, kendisine ibadet edilircesine, yüceltilir görüyorum."

4)  "Ona yapıştı ve ondan ayrılmadı" demektir.

5)  Yani "senin bana gelmene engel olan neydi?"

Bu sözlük anlamlarından anlaşıyor ki  kelimesinin ifade etmek istediği esas mânâ kişinin, yüksek güç ve iktidar sahibi birine karşı baş eğmesi, itaat etmesi, sonra kendi hürriyet ve bağımsızlığından vazgeçmesi, onun karşısında her türlü mukavemet ve isyanı terk etmesi ve tam bir bağlılıkla ona boyun eğmesidir. İşte kulluk ve itaat etmenin gerçek mânâsı budur. Bundan dolayı bir Arabın,  ve  kelimelerini duyduğu ilk anda zihninde kulluk ve ubûdiyet düşünceleri canlanıyordu. Kulun hakiki vazifesi, efendisine itaat etmek ve emirlerine sıkı sıkıya bağlanmak olduğuna göre, hemen ardından itaat düşüncesi zihnine giriverir. Ayrıca bir kölenin, zilletini kabullenip itaat ederek kendisini efendisine teslim etmesi yetmez. Bunun yanında gönlü, verilen nimetlere karşı şükür ve minnet duygularıyla dolu olarak efendisinin büyüklüğüne inanması ve yüce makamını itiraf etmesi de gerekir. Aldığı nimetlere karşılık şükrünü ifade etmesinde ve hizmet görevini yerine getirmesi sırasında, durmadan efendisini yüceltir; büyütür ve kalbinden huşu ile geçirir. İşte bütün bunların adı ibâdettir; ilâh edinmektir. Bu düşünce, kulun efendisinin önüne sadece başını eğmesi ile değil, bilakis başı ile beraber kalbim de O'na tabi kılması halinde gerçek kulluğun anlamı ifade edilmiş olur. Geride kalan iki anlama gelince, onlar kulluk için ikinci derecede düşüncelerdir; esas değil.

KUR'AN'DA İBADET KELİMESİNİN KULLANILIŞI

Bu sözlük araştırmalarından sonra, Kur'an-ı Kerim'e müracaat ettiğimiz zaman  kelimesinin ekseriyetle ilk üç mânâda kullanıldığım görürüz. Bazı yerlerde, kelimesi ile birinci ve ikinci mânâ anlatılmak istenmiştir. Kimi yerlerde de bu üç mânâ bir anda kullanılmıştır. Kur'an-ı Kerim'de kelimesinin, birinci ve ikinci manalarda kullanıldığı yerler:

"Daha sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u bunca mucizelerimizle ve apaçık hüccetlerimizle Firavun'a ve O'nun ileri gelenlerine gönderdik de (iman etmeyi bir türlü) kibirlerine yediremediler. Onlar mütekebbir ve müstebit adamlardır" (Müminûn, 45,46).

"Onun için dediler ki: Kavimleri bize kulluk edip dururken, bizim gibi iki beşere iman mı edecekmişiz?" (Müminûn, 47)(İmam-ı Taberi Tefsiri'nde XVIII, 19'da âyeti hakkında şunları yazıyor: "İtaat ediyorlar onlara karşı zillet gösteriyorlar, onların emirlerini harfiyen yerine getiriyorlar ve onlara boyun eğiyorlar. Araplar arasında melike itaat eden herkes için, 'melikin kulu' sözü kullanılır)

"Bana karşı minnet ettiğin (başıma kaktığın) o nimet, İsrail oğullarını kendine kul (köle) edindiğin içindir.(Şuarâ, 22).(Taberi Tefsiri'nde XIX, 33'de âyeti bakında şöyle diyor: "Onları kendine ibâdet' ettirdin; yani onları köle edindin" Mücahid ise bu hususta şöyle diyor: "Onlara üstün geldin ve istediğini yaptırdın." İbn Cureyd de şöyle diyor: "İsrail oğullarını yendin; galip geldin ve onlara dilediğini yaptırdın")

Bu iki ayette,  kelimesinden kastedilen mânâ kulluk ve itaattir. Firavun'un ifadesi şöyledir: "Musa ve Harun'un kavmi bize ibâdet edicilerdir;" yani onlar bizim kölelerimizdir ve emirlerimize itaat edicilerdir. Musa'nın söyledikleri de şöyledir: "Sen İsrail oğullarım köle edindin ve onları gönlünün istediği şeklide çalıştırdın."

KULLUK ve İTAAT ANLAMINDA İBADET

"Ey imân edenler! Size rızık verdiğimiz şeylerin (maddeten ve manen) en temiz olanlarından yeyin. Allah'a şükredin; eğer (hakikaten) O'na kulluk ediyorsanız" (Bakara, 172).(Taberi Tefsirinde II, 50'de  âyeti hakkında şöyle diyor: "Eğer sizler onun enirine boyun eğiyor, dinliyor ve itaat ediyorsanız, o halde size yenmesini mubah ve helâl kıldığı şeyleri yeyin. Onun haram kılınması hususunda, şeytana uymaktan vazgeçin... Şeytan, onu yemelerini teşvik ediyor ve haram olduğuna inanmaktan vazgeçmeğe çağırıyor. Çünkü onu Câhiliyye devrinde haram kılmaları, şeytana itaatleri, geçmiş atalarına ve babalarına uymaları dolayısıyladır.)

Bu ayetin getirdiği hüküm ile İslam öncesi toplum hali arasındaki münasebete gelince: İslam’dan evvel Araplar dini önderlerinin emirlerine bağlanmak ve atalarının takip ettiği yola uymak suretiyle, içecekler ve yiyecekleri konusunda bir takım sınırlara bağlı kalarak yaşıyorlardı. Müslüman olunca Allah onlara şöyle buyurdu: "Eğer bana ibâdet ediyorsanız, bu kayıtlamaların tümünü bir yana atmalı ve size helal kıldıklarımı afiyetle yemelisiniz." Bunun anlamı şudur: "Siz bilgin ve önderlerinizin kulları değilseniz ve sadece Allah'ın kulları iseniz; ve eğer siz gerçekten önderlerinizi bırakıp Allah'a itaat ediyorsanız helâl ve haram konusunda Allah'ın sizin için çizdiği sınırlara uymanız gerekir; Donların çizdiği sınırlara değil. İşte bundan dolayı  kelimesi, burada "Ubûdiyyet ve itaat" mânâlarında kullanılmıştır.

    "De ki: Allah katında bir ceza olmak bakımından bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah'ın lanet ve aleyhinde gazap ettiği, içlerinden maymunlar, domuzlar yaptığı kimselerle, tâğuta ibâdet edenler ki bunların mevkii daha kötü ve dümdüz yoldan daha sapıktır" (Mâide, 60). (Taberi Tefsiri'nde, III, 13'de Tâğût kelimesi hakkında bazı nakiller yaptıktan sonra şöyle diyor: "Bana göre sözün doğrusu, Allah'a isyan edip de, ya zor kullanarak veya karşı tarafın itaatiyle Allah'ı bırakıp kendisine kulluk ettiren demektir. Bu kendisine kulluk edilen insan, şeytan, put, totem, veya herhangi bir şey olabilir. Ben, Tâğut kelimesinin aslının şöyle kullanıldığını tespit ettim: Bir kimse zulmettiği ve haddi aştığı zaman, onun hakkında "azdı, tuğyan etti" denir.)

"And olsun ki biz, her ümmete "Allah'a kulluk edin, tağuttan kaçının" diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir." (Nahl, 36).

"Tağuttan, ona ibâdetten kaçınıp da Allah yoluna yönelenler gelince) onlar için müjde vardır. O halde kullarıma müjdele" (Zümer, 17). Bu üç ayette, "Tâğut'a ibâdet" sözünden kastedilen mânâ Tâğut'a kölelik ve itaattir. Kur'an-ı Kerim'in kavramsal ifadesinde Tâğut'un mânâsı -ki ona ait açıklama geçmişti- Allah'a karşı haddi aşan ve zulmeden her türlü yönetim, otorite, başkanlık veya komutanlıktır. Allah'ın mülkünde kendi hükmünü uygular, kullarını zorla, aldatarak veya kötü ve bozuk öğretim gibi yollarla kendine itaate mecbur eder. Kişinin bu türlü otoriteye, başkanlığa, liderliğe boyun eğmesi ve ona tapması şüphesiz Tâğut için bir itaattir; başkası için değil.

İTAAT ANLAMINDA İBADET

Bu âyetlerden sonra, ibâdet kelimesinin ikinci anlamını ifade eden ayetleri görelim. Allah’u Teâlâ şöyle buyurur:

"Ey Adem oğulları! Şeytana ibâdet etmeyin diye size emir vermedim mi? Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır" (Yâsîn, 60).

Açıkça görülen şudur: Hiç bir kimse bu dünyada şeytanı ilâh tanımaz; bilakis bütün gücü ile ona lanet eder ve kendisinden uzaklaştırmaya gayret eder. Bunun için, Allah’u Teâlâ'nın kıyamet gününde Âdemoğullarına yükleyeceği suç, dünya hayatında şeytana tapmaları değil, onun emrine itaat etmeleri, hükmüne tabi olmaları ve gösterdiği yollara süratle koşmaları olacaktır.

"Meleklere, O zulmedenleri, onlara eş olanları, Allah'ı bırakıp ibâdet ettikleri şeyleri hep bir araya toplayın da cehennem yoluna götürün (dediler)" (Saffât, 22, 23). "Onlardan kimi, kimine yönelip birbirini mesul tutmaya kalkışırlar" (Saffât, 27). "Hakikat siz, derler; bize sağdan (suret-i haktan) gelirdiniz"

"(Tabi oldukları da) "hayır, siz (esasen) iman ediciler değildiniz" derler" "Ve bizim size karşı bir hakimiyetimiz de yoktu. Bilakis siz de (bizim gibi) azgınlar güruhu idiniz" (Saffât,27-30). Kur'an-ı Kerim'in hikâye ettiği ibâdet edenlerle, ibâdet edilenler arasındaki bu karşılıklı konuşmaya iyice dikkat edildiği takdirde, açıkça şu görülecektir: Burada mabutlardan maksat, kavmin taptığı ilâhlar ve putlar değildir. Bilakis onlardan maksat, halka görünüşte iyilik yapıyoruz izlenimini verirken sapıklığa sürükleyen, temiz Hıristiyan aziz görünüşü altında insanların huzuruna çıkarak, şerri ve fesadı, ıslah adı altında yayan liderler ve kılavuzlardır. Onları, cüppe ve teşbihleri ile aldatıp, kendilerine tâbi kıldılar. Onların, hilekarları körü körüne taklit etmelerini onların emir ye hükümlerine uymalarını, yüce Allah bu ayette  ibâdet kelimesi ile dile getirmektedir.

"Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini, Meryem'in oğlu Mesih'i Rabler edindiler. Halbuki bunlar da, ancak bir ilâh (olan Allah)a ibâdet etmelerinden başkası ile emrolunmamışlardır." (Tevbe, 31).

Bu âyette geçen Allah'ı bırakıp haham ve rahiplerini ilâh edinmelerinden maksat, onların emir vermek, yasak koymak yetkisine sahip olduklarına iman edip Allah'tan ve Resul’ünden gelmiş bir delile dayanmaksızın onların kendiliklerinden koydukları hükümlere itaatlerdir.

Bu mânâyı Rasullalah (s.a) sahih hadislerinde bizzat açıklamıştır. Rasulullah (s.a)'a: "Biz alimlerimize ve büyüklerimize ibâdet etmedik" dedikleri zaman, Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştu: "Onların helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram saymıyor muydunuz?"

İLAH EDİNMEK ANLAMINDA İBADET

 Şimdi de üçüncü anlamıyla, içinde "ibâdet" kelimesi geçen ayetlere bir göz atalım. Bu arada, ilâh edinmek anlamındaki "ibâdet'in, Kur'an'ın ifade buyurduğu gibi iki anlamı kapsadığını hatırda tutmalıyız.

Birincisi: Kişinin bir başkası için tapınma ve kulluk amacıyla secde, rükû, kıyam ve tavaf etmesi, kapı eşiğini öpmesi, adak ve kurban kesme vb. davranışlardan birini göstermesidir. Bu şekilde kendisine tapınılan kimsenin, başlı başına bir ilâh olduğuna inanılmış olsun veya tüm bu ibâdetler, onun şefaat ve yakınlığının elde edilmesi için yapılmış olsun, yahut yüce ilâha ortak olduğuna ve bu dünya işlerinin yönetiminde yardımı ve katkısı bulunduğuna iman edilmiş olsun, bunun hiçbir önemi yoktur.

İkincisi: Kişinin bir kimseyi, bu alemde var olan nizam üzerinde egemen zannederek isteklerini gerçekleştirmesi için ona dua etmesi, zarar ve felaketler karşısında ondan medet umması, korkuları esnasında malların ve canların yok oluşunda ona sığınması.

Kişinin bu türden tutumlarının ikisi de, ilâh edinip kulluk etmek mânâsına dahildir.Bunun delili, aşağıdaki Kur'an-ı Kerim ayetleridir.

"De ki: Bana Rabb'imden (akli delilleri takviye eden) apaçık ilâhi deliller gelince, o sizin Allah'ı bırakıp dua ettiğinizde, ibâdet etmekliğimden kesin olarak men edildim.."(Mümin, 66).

"Allah'ı bıkakıp da, kendisine kıyamete kadar cevap veremeyecek kişiye tapmakta olan kimseden daha sapık da kimdir? Halbuki bunlar, onların duasından habersizdirler" (Ahkâf, 5).

"İnsanlar mahşerde bir araya toplandıkları zaman bunlar, onların düşmanları ve onların ibâdetini inkâr ediciler olurlar" (Ahkâf, 6).(Yani şöyle derler: "Onlara bize tapmalarını emretmedik ve bize taptıklarını da bilmezdik.)"

Üç âyetin her birinde Kur'an-ı Kerim bizzat açıklamıştır ki, burada ibâdetten maksat dua ve medet ummaktır.

"...Bilakis onlar, cinlere ibâdet ediyorlardı ve çoğu onlara iman edicilerdi..." (Sebe, 41).

Bu ayette cinlere ibâdet ve onlara imandan kastedilen mânânın ne olduğunu aşağıda gelen Cin Suresi'ndeki âyetler açıklamaktadır:

"Gerçekte şu da var: İnsanlardan bazı kimseler cinlerden bazı kişilere sığınırlar" (Cin 6).

Yukarıdaki âyette açıklanmıştır ki, cinlere ibâdetten maksat, onlara sığınmak, korkulardan, mal ve canların kaybından yine onlara sığınmaktır; keza cinlere imandan maksat da, muhafaza ve sığınma hususunda onların kudretine inanmaktır.

"Rabb'in onları da, Allah'tan gayri ibâdet ettiklerini de mahşerde bir araya toplayıp da: Siz mi şu kullarımı saptırdınız; yoksa kendileri mi yollarını sapıttılar"? diyeceği gün" (Furkân, 17)

"Görürsün ki onlar şöyle demişlerdir: Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da veliler edinmek bize yakışmaz..."(Furkân, 18).(Taberi Tefsiri'nde VIII, 141'de şöyle diyor: Zikri yüce Allah buyuruyor ki: "Kıyamet gününü inkâr edip putlara tapan yalancıları ve Allah'tan gayri cinlerden, insanlardan ve meleklerden olan şeylere tapanları toplayacağımız o günde...")

Bu âyetin ifadesinden, mabutlardan maksadın salihler, peygamberler ve veliler olduğu açıkça anlaşılıyor. Onların ibâdetlerinden maksat da onların kul olmaktan üstün ve yüce bir mevkide olduklarına inanmak, ilâhlık sıfatı ile nitelenebileceklerine, kötülüğe son verip, gaybî  yardım gibi şeylere güçleri yeteceklerine kanaat getirmek, sonra da onların huzurunda onları ilâhlaştırmaya varacak şekilde tazim ve takdis etmektir.

"...Allah onların hepsini mahşerde toplayacak, sonra meleklere: Bunlar size mi ibâdet ediyorlardı? diyecek (Melekler de): Seni (ortaklıktan) tenzih ederiz. Bizim velimiz onlar değil, Sensin..." (Sebe, 40, 41). Bu âyetlerde, meleklerin ibâdetinden kastedilen mânâ(Diğer müşrik toplumlar, o melekleri ilâhlar (Gods) olarak kabul etmişlerdi). cahiliye halkının yaptığı gibi, onların hayal ürünü resimlerine ve heykellerine karşı gösterilen kulluk ve ubûdiyettir. Bundan maksatları ise, bu dünya hayatına bağlı işlerinde onların yakınlıklarını ve yardımlarını kazanmak suretiyle onları hoşnut etmektir.

"Onlar Allah'ı bırakıp, kendilerine ne bir zarar, ne bir fayda vermeyecek olan şeylere ibâdet ederler. Bir de: "Bunlar (putlar) Allah yanında bizim şefaatçilerimizdir" derler." (Yûnus, 18).

"...kendilerine O'ndan başka bir takım veliler edinenler (derler ki): Biz bunlara, ancak bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye tapıyoruz." (Zümer, 3)

Bu ayette de ibâdetten maksat, ilâh edinmektir. Yine burada onların ibâdetlerindeki gayenin ne olduğu da açıklanmıştır.

KULLUK , İTAAT ve İLAH EDİNMEK ANLAMINDA İBADET

Takdim ettiğimiz misallerin hepsinde,.kesin olarak anlaşılmıştır ki, Kur'an-ı Kerim'de  kelimesi bazı yerlerde kulluk ve itaat, bazı yerlerde sadece itaat, üçüncü yerde de yalnız "ilâh" mânâsında kullanılmıştır. Şimdi de ibâdet kelimesinin, her üç mânâyı içine almış olarak geçtiği misalleri sıralamadan evvel, öncelikle zikredilmesi gereken bazı hususlara göz atalım.

Az önce birbiri arkasında sıraladığınız misallerin hemen hepsi, Allah'tan başkasına yapılan ibâdeti kapsamaktaydı. İbâdet kelimesinin itaat ve kulluk mânâları ile zikredildiği âyetlere gelince: Bu âyetlerde mabuddan maksat ya şeytandır; yahut Allah'a itaat ve ibâdette alternatif olarak kendilerine itaat ve ibâdeti teşvik eden ve kendilerini Tâğut kılan azgın kişilerdir, yahut da Allah'ın Kitabını hiçe sayarak insanları, uygun gördükleri hayat düzeni ve yaşayış tarzına sürükleyen lider ve önderlerdir. İbâdet kelimesinin "ilâh" mânâsında kullanıldığı âyetlere gelince: Bu âyetlerde mabuddan maksat, yol gösterme ve öğretilerine rağmen insanların kendilerine ilâh telakki ettikleri sâlih kişiler, peygamberler ve velilerden, yahut yanlış anlayışları dolayısıyla tabiat kanunu üzerindeki koruyucu Rab'likte ortak edindikleri cin veya meleklerden ibarettir. Veya bunlar, mücerret şeytanın teşviki ile namazlarına kıble ve ibâdetlerine yön teşkil eden heykel ve hayalî kuvvetlerden oluşmaktadırlar. Kur'an-ı Kerim, bütün bu mabudları batıl sayıyor. İnsanların onlara tapmasını, onlara itaat etmelerini, onların ilâh telakki edilmesini de büyük bir hata sayıyor. Bu ibâdetin, onlara tapınılması, itaat olunması, yahut onları ilâh kabul etmek şeklinde olması aynı şeydir. Kur'an ayıca şunu da vurguluyor: Sizin tapmakta olduğunuz bu şeylerin hepsi Allah'ın kulları ve köleleri olup, ibâdet olunmaya müstahak değildir ve siz de onlara ibâdet etmekle ümitsizlik, alçaklık ve musibetten başka bir şey elde etmiyorsunuz. Hakikatte onların da, yer ve göklerin de gerçek mâliki, bir olan Allah'tır. Bütün işler, bütün otorite ve salâhiyetler O'nundur. İşte bundan dolayı da, ibâdet edilmeye lâyık yalnız O'dur.

"(Ey kafirler!) Allah'ı bırakıp dua (ve ibâdet) ettikleriniz sizin gibi kullardır. Eğer dâvanızda doğru iseniz, haydi onlara dua edin de, isteklerinizi yerine getirsinler" (Araf, 194). (Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, burada icabetten maksat,açıktan açığa cevap vermek değil, bilâkis isteği amelî olarak yerine getirmektir.)

"Sizin Allah'ı bırakıp çağırdıklarınız ise, imdadınıza yetişmeye güçleri yetmediği gibi, kendilerine de yardımları dokunmaz." (Araf, 197)

"O çok esirgeyici Allah bir evlat edindi" dediler. O'nun şanı bundan yücedir; münezzehtir. Hayır! Evlat dedikleri, ikrama mazhar edilmiş kullardır" (Enbiyâ, 26)

"Bunlar, sözleriyle asla O'nun önüne geçemezler. (Bilakis) bunlar, O'nun emriyle hareket ederler" (Enbiyâ, 27)

"Önlerindekini de arkalarındakini de O bilir. Bunlar O'nun rızasına ermiş olandan başkasına şefaat etmezler. Bunlar, O'nun korkusundan titreyenlerdir." (Enbiyâ, 28)(Burada   'dan maksat meleklerdir.)

"Onlar, O çok esirgeyici Allah'ın bizzat kulları olan melekleri de dişiler yaptılar. (Melekler Allah'ın kızlarıdır, dediler)." (Zuhruf, 19).

"Bir de, O'nunla cinler arasında bir hısımlık uydurdular. And olsun ki bizzat cinler dahî, mutlaka (hesap gününde) yargılanacaklarını pek iyi bilmiş(ler)dir" (Saffât, 158)

"Ne Mesih, ne de en yakın melekler Allah'ın kulu olmaktan asla çekinmez. Kim O'na ibâdetten çekinir ve kibirlenmek isterse, bilsin ki Allah onların hepisini huzurunda toplayacaktır" (Nîsâ, 172).

"Güneş de, ay da hesaplıdır. Nebat da, ağaç da O'na secde ederler" (Rahman, 5, 6).

"Yedi gökle yer ve bunların içinde bulunan melekler, cinler, insanlar O'nu teşbih ve tenzih eder(ler). Hiç bir şey müstesna olmamak üzere hepsi O'na hamd ile teşbih eder. Fakat siz, onların teşbihini iyi anlayamazsınız. O hakikaten halimdir; gerçekten affedicidir" (İsrâ, 44)

"Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur. Hepsi de O'na boyun eğicilerdir" (Rûm, 26).

"Yürür hiçbir mahluk hariç olmamak üzere, hepsinin alnından tutan O'dur..." (Hûd, 56).

"Göklerde ve yerde olan hiçbir şey yoktur ki, çok esirgeyici Allah'a kul olarak gelmiş olmasın." (Meryem, 93).

"And olsun ki O, bunları cemiyet olarak da saymış, fertler olarak da saymıştır"(Meryem, 94).

"Her biri kıyamet günü O'na tek başına gelecektir" (Meryem, 95).

"De ki: Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin; mülkü kimden dilersen ondan alırsın. Kimi dilersen onun kadrini yükseltir, kimi dilersen onu alçaltır-sın. Hayır yalnız Senin elindedir. Şüphesiz ki Sen, her şeye hakkıyla kadirsin" (Âl-i İmrân, 26).

Böylece Kur'an-ı Kerim, insanların o ibâdet ettikleri şeylerin tümünün Allah'ın kulu ve onun karşısında âciz olduklarını açıkladıktan sonra, insanları ve cinleri ibâdet kelimesinin muhtelif mânâlarıyla yalnız Allah'a ibâdete, sadece O'na kulluk etmeye, ancak O'na itaatte bulunmaya, kişinin O'ndan başkasını ilâh kabul etmemesine ve ibâdetin hangi çeşidi olursa olsun, bir hardal tanesi kadar bile olsa O'ndan başkasına yapılmamasına çağırıyor.

"And olsun ki biz her ümmete, Allah'a ibâdet edin, ve tâğuttan kaçının diye tebligat yapması için, bir peygamber göndermişizdir..." (Nahl, 36).

"Tâğût'tan, (ona) ibâdet etmekten kaçınıp da Allah'a yönelenlere gelince, Onlar için de müjde vardır. O halde kullarımı müjdele" (Zümer, 17).

"Ey Adem oğulları! "Tâğût'a ibâdet etmeyin. Çünkü o, sizi Rabbinizden ayıran bir düşmandır. Bana ibâdet edin. İşte dosdoğru yol budur" diye size emretmedim mi?" (Yasin, 60, 61)

"Halbuki bunlar da,ancak bir olan Allah'a ibâdet etmelerinden başkasıyla emrolumamışlardır." (Tevbe, 31)

"Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından yeyin; Allah'a şükredin, eğer hakikaten O'na ibâdet ediyorsanız" (Bakara, 172).

Allah-u Teâlâ, bu âyetlerde boyun eğme, itaat, kulluk ve kölelikten ibaret olan ibâdetin yalnız kendisine has kılınmasını emrediyor. Zaten âyetlerde buna dâir açık işaretler vardır. Çünkü Allah-u Teâlâ bu âyetlerde atalara, rahiplere, bilginlere, şeytanlara ve Tâğût'lara itaat etmekten sakınmayı ve bir olan Allah'a kulluk için gerekeni yapmayı emrediyor.

"De ki: Bana Rabbimden (aklî delilleri takviye eden) apaçık (ilâhî) deliller gelince, o sizin Allah'ı bırakıp dua ettiklerinize (taptıklarınıza) ibâdet etmekliğimden kat'i olarak men edildim. Alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum." (Mü'min, 66).

"Rabbiniz şöyle buyurdu: "Bana dua edin; size icabet edeyim. Çünkü bana ibâdetten büyüklük taslayıp uzaklaşanlar hor ve hakir cehenneme gireceklerdir" (Mü'min, 60)

"...işte bunları yapan Allah'tır; sizin Rabbinizdir. Mülk yalnız O'nundur. O'nu bırakıp dua ettikleriniz ise, bir hurma çekirdeğinin zarına bile mâlik olamazlar" (Fâtır, 13).

"Eğer onlara dua ederseniz duanızı işitmezler; (şayet) işitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet gününde de onlar sizin müşrikliğinizi tanımayacaklardır..." (Fâtır, 14).

"De ki: Allah'ı bırakıp da size ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki her şeyi işiten, her şeyi bilen Allah'ın kendisidir" (Mâide, 76).

Allah-u Teâlâ bu âyetlerde "ilâh edinme" mânâsını içeren ibâdetin kendisine ait olması gerektiğini belirtti. Buna dâir açık işaret, âyetteki "ibâdet" kelimesinin dua mânâsında kullanılmış olmasıdır. Yukarıda geçen ve aşağıda gelecek olan âyetlerde, Allah-u Teâlâ'ya tabiat üstü koruyucu Rabliği konusunda ortak koştukları ilâhlardan söz edilmiş bulunuyor.

Şimdi akl-ı selim sahipleri kolayca anlarlar ki, Kur'an-ı Kerim'de Allah'a ibadetin zikredildiği her âyette, ibâdet kelimesinin çeşitli mânâlarından sadece birine hasredilmesini gerektirecek herhangi bir ifade bulunmuyorsa, o zaman bu gibi âyetlerde ibâdet kelimesinden kastedilen kulluk, itaat ve ilâh edinme mânâlarının her üçüdür. Meselâ şu âyetlere bakalım:

"Şüphe yok ki ben, (evet) ben Allah'ını! Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyle ise bana ibâdet et..." (Tâ-hâ, 14).

"İşte Rabbiniz olan Allah! O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Her şeyi yaratandır. O halde O'na ibâdet edin. O, her şeyin üstünde güvenip dayanılacak mutlak bir vekildir" (En'âm, 102).

"De ki: Ey insanlar! Eğer benim dinimden bir şüphede iseniz, (iyice bilin ki) ben Allah'ı bırakıp da, sizin ibâdet etmekte olduklarınıza ibâdet etmem. Ancak sizin canınızı alacak olan Allah'a ibâdet ederim. Bana mü'minlerden olmam emredilmiştir" (Yûnus, 104).

"Sizin O'nu bırakıp ibâdet ettikleriniz, kendinizin ve atalarınızın takmış oldukları kuru adlardan başkası değildir. Allah bunlara (ilâh olduklarına) dâir hiçbir burhan indirmemiştir. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. O, kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emr eylemiştir. Dosdoğru din işte budur..." (Yûsuf, 40).

"Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır. Her iş, O'na döndürülür. Öyle ise O'na ibâdet et; O'na güvenip dayan..." (Hûd, 123). "...önümüzde, ardımızda ve her ikisinin arasında ne varsa O'nundur. Senin Rabbin unutkan değildir."

"O göklerin, yerin ve onların arasında bulunan şeylerin Rabbidir. O halde sen, O'na ibâdet et ve ibâdetinde de iyice sebat et..." (Meryem, 64, 65).

"...Artık kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabbine ibâdette hiçbir kimseyi (ve hiç bir şeyi) ortak tutmasın" (Kehf, 110).

Öyleyse ibâdet kelimesinin, bu ve buna benzer ayetlerde yalnız ilâhlık veya sadece itaat ve kulluk mânâlarıyla sınırlandığına dair herhangi bir işaret yoktur. Bilâkis Kur'an-ı Kerim buna benzer âyetlerde davetini en mükemmel şekilde ortaya koymaktadır. Şurası açıktır ki, Kur'an-ı Kerim kölelik, itaat ve tapınmanın tümüyle ve bir arada olmak üzere yalnız ve içtenlikle Allah'a ait olmasına davet etmektedir.

Buna göre, ibâdet kelimesinin sadece bir mânâda dondurulması, doğrusunu söylemek gerekirse Kur'an çağrısının çok dar mânâlara sıkıştırılması demektir. Bunun kaçınılmaz sonucu ise, Kur'an davetini böylesine dar kalıplar içerisinde düşünerek Allah'ın Dini'ne inanan kimsenin, Kur'an'ın öğretilerine ancak sınırlı bir şekilde uyabilecek olmasıdır.

Ebu'l A'la Mevdudi

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol