Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. (Tevbe/38)

Anasayfa

ALLAH ERLERİ

Din

Din

DİN KELİMESİNİN DİL YÖNÜNDEN ARAŞTIRILMASI

Din kelimesi Arapça'da(İbn Fâris, Mekâyisü'l-Lüğa, II, 319. Din maddesinde "Dal, ye ve nün" teferruatının (diğer müştaklarının) ona râci olduğu bir köktür ve her türlü itaat, boyun eğme mânâsı taşır.)çeşitli mânâlarda kullanılır: (Bk. Lisânü'l-Arab, XVII, 24-30)

1) Üstünlük, egemenlik, itaat, emir, itaate zorlamak; köle ve kişiyi itaatkâr olacak şekilde zorlayıcı bir kuvvet kullanarak, köleleştirip itaat ettirmek.Aşağıdaki cümlelerde aynı kökten gelen kelimelerin Arap dilindeki çeşitli mânâları gösterilmiştir:

a)  insanları itaate zorladı.

b)  Onları zorladım; onlar da itaat ettiler.

c)  Kavmi zelil kıldım; köleleştirdim.

d)  Adam değer kazandı.

e)  Sevmediği bir şeye onu zorladım.

f)  istenmeyen bir şeye zorlandı.

g)  İdare edip yönettim.

h)  Onu kavmin idaresiyle görevlendirdim. Nitekim Hutay'e şu beytinde annesine:

(Lisânü'l-Arab, XVII, 28; Esâsü'l-Belâğa, l, 291; Dîvânü'l-Hutay'e s.61  şeklindedir. Görüldüğü gibi bu ikinci rivayette  kelimesi yerine,  kelimesi kullanılmıştır. Üstad Mevdûdî, böylelikle "Din" kelimesinin bu anlamının "işleri idare etmek" anlamım ifade eden "siyaset" kelimesi ile anlatılmak isteneni verdiğine dikkat çekmek istemiştir. (Çev.)

"Çocuklarını un gibi öğütünceye kadar, onların idaresini başkalarına verdin" diye seslenmektedir. Rasulullah (s. a) şöyle buyurur:

"Akıllı o kimsedir ki nefsine hakim olup onu zelil kılar ve ölümden sonrası için çalışır." (III) Bundan dolayı bir bölgeye, kavme ve bir kabileye galip ve üstün gelen ve egemen olan kimse hakkında "deyyanün" sözü kullanılır. Nitekim A'şe'l-Hırmâzî Peygamberimiz (s.a)'e hitapla şöyle diyor:

"Ey insanların efendisi ve Arabın yöneticisi!" (IV)

Bu itibarla kul ve köle için câriye için    kelimeleri kullanılır,  'nin mânâsı ise, cariyenin oğlu demektir. Nitekim Ahtal şöyle diyor:  (Divânü 'l-Ahtal,s.5 Lisânü'l-Arab,X.VII, 88-189; XIII, 313, Makâyisü'l-Luğâ, I, 334; 11, 319.)

"Onun himayesinde, bir câriye çocuğu büyüdü." Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:

"İşte madem ki tekrar dirilecek ve ceza görmeyecekmişsiniz, o halde (bitip tükenen hayatı) geri döndürün. Eğer iddianızda sadıklarsanız" (Vakıa, 86-87).

2) Birine itaat etmek ve kölelik yapmak, onun hizmetine, uşağı olmak, emrine amade olmak,onun hakimiyet ve otoritesi altında zilleti ve boyun eğmeyi kabullenmek. Nitekim Arapların    "Onlara  üstün geldim, onlar da bana itaat ettiler" ve    "Adama hizmet ettim "sözlerinde olduğu gibi.Hadis-i Şerifte açıklandığı üzere Rasulullah(s.a) şöyle buyurur:

"Kureyş'ten, Arablara itaat ettirecek bir söz istiyorum." Yâni onlara itaat ettirecek ve,boy.un eğdirecek. Bu mânâya göre itaatkâr kavim için  denir.

Nitekim Hâricilerle ilgili Hâdis-i Şerife:

''Okun yaydan çıkışı gibi itaatten çıkacaklar" buyurulmaktadır.(Hadis, Hâricilerin, millet mânâsına olan dinden çıkacakları anlamına gelmez. Hz. Ali (r.a)'ye "onlar kâfir midirler?" diye sorulduğunda Hz. Ali (r.a): "Küfürden kaçarlar." (Peki), "münafık mıdırlar?" sorusuna da: "Münafıklar Allah'ı pek az anarlar. Halbuki bunlar sabah aksanı Allah'ı anıyorlar" dedi. Bu hadisten "Din" kelimesi ile kastedilen mânânın burada devlet reisine itaat olduğu anlaşılıyor. İbn Esir de en-Nihâye adlı kitabında, "Dinden maksad itaattir. Yani Hâriciler imama, (devlet reisine) farz olan itaatten kaçıyorlar ve ondan tamamen uzaklaşıyorlar" diye açıklamıştır. (Cilt, II, 41, 42)

3) Şeriat, kanun, yol, mezhep, millet, (din), âdet, taklit. Bu mânâda Araplar derler ki:   "Benim yolum, huyum, suyum budur." Hayır veya şerden birisi, alışkanlık haline getirildiği zaman da "dane" denir. Hadis-i Şerifte de,  "Kureyş ve onların âdet ve yollan üzere olanlar"(VI}tâbiri geçmektedir.Bir başka hadiste,  sözü geçmektedir ki,"Rasulullah (s.a) kavminin dini üzerinde idi" (VII) demektir. Yani Rasûlullah (s.a) evlenme, boşanma, miras ve bunlara benzer medenî ve içtimaî hallerde, kavminin geçerli olan örf ve âdetlerine tâbi oluyordu.

4) Ceza, mükâfat,muhakeme, hesap. Arap atasözlerinden birinde " yani "Nasıl yaparsan sana da öyle yaparlar" denmektedir. Kur'an-ı Kerim de, kâfirlerin  "Biz mi yaptıklarımızın cezasını görüp hesaba çekileceğiz?" sözünü nakleder. İbn Ömer (r.a)'den rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Rasulullah (s.a) şöyle buyurmuştur:

"Sultanlara sövmeyiniz. Eğer mutlaka onlar hakkında bir şey söylemeniz gerekirse: "Allah'ım! Bize reva gördüklerini sen de onlara reva gör" deyiniz. (VIII) Yâni onların bize yaptıklarını, sen de onlara yap demektir. İşte bundan dolayı  kelimesi kadı ve mahkemedeki hâkim mânâlarına gelir. Bir ihtiyara, Hz. Ali (r.a) hakkında sordular. O da:  - Peygamberden sonra bu ümmetin en büyük hâkimi idi" cevabını verdi.

KURAN'I KERİM'DE DİN KELİMESİNİN KULLANILIŞI ve ANLAMLARI

Yukarıda geçen açıklamalardan, din kelimesinin yapı olarak dört temele dayandığı, diğer bir deyişle Arapça bilen birinin zihninde dört temel anlam hâlinde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Birincisi: Yüce egemenlik sahibinden gelen üstünlük ve galibiyet.

İkincisi: Egemenlik sahibine boyun eğen kimse tarafından itaat etmek, tapınmak, hizmetkârlık yapmak.

Üçüncüsü: Suçlar için öngörülen cezalar ya da sınırlar, kanunlar ve uyulan yol.

Dördüncüsü: Muhasebe, yargılama, cezalandırma veya mükâfatlandırma.

Araplar din kelimesini, İslâm'dan evvel, çeşit lehçelerine göre bu mânâda kullanırlardı. Ancak onların bu dört husus hakkındaki düşünceleri açık, seçik derinlikten mahrum olduğu için, din kelimesinin kullanılışı karışıklık ve kapalılıktan kurtulamamıştır. Bundan dolayı da, din kelimesi, sistemli bir düşünceni kavramlarından biri olma şansına sahip olamamıştı Nihayet Kur'an-ı Kerim nazil olmuş ve bu kelimeyi çeşitli maksatlarını ifâdeye uygun bulmuş; bu sebeple de onu en açık ve en belirgin anlamlarıyla kullanmış, kendisine özgü bir kavram haline getirmiştir. Bu bakın dan "Din" kelimesinin, Kur'an-ı Kerîm'de eksiksiz bir düzeni ifade ettiği görülür. Söz konusu bu düzen, dört unsurdan meydana gelir ki, bu dört unsur şunlardır:

  • Hâkimiyet ve yüce egemenlik.

  • Bu yüksek egemenlik ve hâkimiyete itaat edip boyun eğmek.

  • Bu hâkimiyetin otoritesi altında meydana gelen fikrî ve amelî nizam.

  • Bu nizâma uymaya ve ihlâsla bağlanmaya karşı bu yüce egemenliğin verdiği mükâfaat veya karşı gelmek suretiyle isyan etmeğe verdiği ceza.

Kur'an-ı Kerim "Din" kelimesini bazen birinci ve ikinci, bazen üçüncü, bazen da dördüncü mânâda kullanmıştır. Bazen da "Din" kelimesini kullanır ve onun la bir anda bu dört unsurdan müteşekkil mükemmel nizamı kasteder. Bunun anlaşılabilmesi için aşağıdaki âyetlere bakmak gerekmektedir.

Birinci ve İkinci Anlamıyla Din :

"Allah sizin (faideniz) için yeri bir karar(gâh), göğü bir bina yapan, size suret veren, sonra suretlerinizi güzelleştiren, en temiz ve güzel şeylerden sizi rızıklandırandır. işte Rabbiniz olan Allah budur. Demek, âlemlerin Rabbi ne güzeldir"."O, daimî yaşayandır. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde O'na dininizde ihlâs ve samimiyet erbabı olarak dua edin. Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah'adır." (Mümin, 64, 65).

"De ki: Ben Allah'a, Din'i O'na hâlis kılarak, ibâdet etmekle emrolundum Bana, Allah'a teslim olan müslümanların evveli olmam emredildi." (Zümer, 11-12).

"De ki: Ben Dini'mi O'na hâlis kılarak, sadece Allah'a ibâdet ederim. Artık siz de, O'nu bırakıp dilediğinize ibâdet edin. (Zümer, 14, 15)

"Tâğuttan, ona ibâdetten kaçınıp da Allah yoluna yönelenler(e gelince): Onlar için de müjde vardır. O halde kullarımı müjdele." (Zümer, 17).

"Habibim! Şüphesiz Biz, o Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde Allah'a Din'i O'na hâlis kılarak ibâdet et. "Gözünü aç, hâlis din Allah'ındır..." (Zümer, 2, 3).

"Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur. Din (itaat) de, dâima O'nadır. Böyle iken hâlâ, Allah'tan başkasından mı korkuyorsunuz?" (Nahl, 52).

"Şimdi onlar, Allah'ın Dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa, hepsi ister istemez O'na boyun eğmiştir. Nihayette O'na döndürülüp götürüleceklerdir" (Âl-i İmrân, 83).

"Halbuki onlar birer muvahhid olup, dini O'na halis kılarak Allah'a ibâdet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyla emr olunmamışlardı. En doğru din de budur." (Beyyine, 5).

Bütün bu âyetlerde "Din" kelimesi, yüksek otorite, bu otoriteye boyun eğme, ona itaati ve kul olmayı kabul etme mânâlarında kullanılmıştır. Din'i Allah'a has kılmaktan maksat hâkimiyet, hüküm ve emr konusunda kişinin Allah'tan başkasına boyun eğmemek, Allah'a ihlaslı bir şekilde kulluk ve itaatte bulunmak, bunun sonucu olarak da Allah'tan başka hiç kimseye tapınmamak ve hiçbir kimseye başlı başına ve bağımsız şekilde itaat etmemek demektir.(Bunun mânâsı şudur: Kişinin Allah'tan başkasına itaati,bu kim olursa olsun. Allah'a itaata bağlı ve O'nun için çizili hudud dahilinde olmalıdır. Çocuğun babasına, kölenin veya hizmetçinin efendisine ve benzeri itaatler... bu türdendir. Şayet bu itaat, Allah'ın koyduğu hudutlar içinde oluyorsa (emirler ve nehiyler) Allah'a itaatin tâ kendisidir. Ancak bu itaat Allah'ın hududunun haricinde ise veya kendi başına müstakil bir itaatsa bu tam manâsıyla Allah'a baş kaldırma ve isyan demektir.)

Üçüncü Anlamıyla Din Kelimesi:

"De ki: Ey insanlar! Eğer benim dinimden bir şüphede iseniz, iyice bilin ki ben, Allah'ı bırakıp da sizin tapar olduklarınıza tapmam. Ancak sizin canınızı alacak olan Alla-ha kulluk ederim. Bana mü'minlerden olmaklığım emredilmiştir" (Yûnus, 104).

"Ve; Yüzünü tevhid dinine döndür; sakın müşriklerden olma (denilmiştir)." (Yûnus, 105)

"...Hüküm Allah'dan başkasının değildir. O kendisinden başkasına ibâdet etmemenizi emr eylemiştir. Dosdoğru din işte budur..." (Yûnus, 40)

"Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Hepsi de O'na boyun eğicidirler" (Rûm, 26).

"O size kendi nefislerinizden bir örnek getirdi: Sizi mıhlandırdığımız şeylerde, sağ elinizin mâlik olduğu (köleler) den ortaklarınız olmasını ister de, bu hususta siz (onlarla) müsavi olur, onları kendinizi saydığınız gibi sayar mısınız?..." (Rûm, 28).

"Hayır! O zulmedenler bilgisizce kendi nevalarına tabi oldular..." (Rûm, 29).

"O halde sen yüzünü bir mûvahhid olarak Din'e, Allah'ın fıtratına çevir ki, O insanları bunun üzerinde yaratmıştır.Allah'ın yaratışında hiçbir değişiklik olmaz. Bu dimdik ayakta duran bir Din'dir. Fakat insanların çoğu bilmezler" (Rûm, 30). (Bu Allah'ın insanı yarattığı fıtratta, insan yaratmada ve rakını ona ulaştırmada Rab olarak işlerini görüp gözetmede yüce Allah'a ortak yoktur. Âdemoğluna Allah'tan başka ilah, melik ve hakiki olarak itaat etmesi gereken hiçbir kimse yoktur demektir. İnsan için uyulacak en doğru ve tabii yol, kulluğunu yalnız Allah'a tahsis edip, ondan başkasına itaattan kaçınmasıdır.)

"Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah'a ve âhirete inanıyorsanız bunlara, Allah'ın dinini tatbik hususunda acıyacağınız tutmasın..." (Nur, 2).

"Hakikatte ayların sayısı Allah yanında, Allah'ın kitabında -tâ gökleri ve yeri yarattığı günden beri- on iki aydır. Onlardan dördü haram olanlardır. İşte bu en doğru dindir..." (Tevbe, 36).

"...İşte biz, Yûsuf için böyle bir tedbir kullandık. Yoksa O, kralın dinine göre kendisini (rehin olarak) tutabilecek değildi." (Yûsuf, 76).

"Bunun gibi onların ortakları (Yani "bunları yapanlar," Allah'a ilâhlık, hüküm, emir ve kanun koyma hususunda ortak koşan kimselerdir.) (olan o putların hizmetçileri) müşriklerden bir çoğuna -hem onları helâka düşürmek, hem kendilerine karşı dinlerini karmakarışık etmek için (Bu tâbirden maksat, uydurma kanun koyucuların halka, şu günahı süsleyerek bu yaptıklarının eskinden beri devam ettiğini, bunun İbrahim (a.s) ve İsmail (a.s)'den miras aldıkları dinden bir kısım olduğu hissini vermeleridir.) öz evlatlarını kendi elleriyle öldürmesini hoş göstermiştir. (En'âm, 137)

"Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği şeyleri, o fâsid dinlerinden kendilerine şeriat çıkarıp yapan ortakları mı var?..." (Şura, 21).

"Sizin dininiz size, benim dinim bana" (Kâfirûn, 6).

Bütün bu âyetlerdeki "Din" kelimesinden maksat insanın bağlı bulunduğu kanun, sınır, şeriat (hukuk düzeni), yol, fikrî ve amelî düzendir.

İster bir kanuna, isterse de bir düzene olsun, eğer kişi bunlara ilâhî otoriteye dayalı olduklarından dolayı uymakta ise; bu durumda şüphesiz Allah'ın Din'i üzerindedir. Şayet bu otorite, meliklerden birinin otoritesi ise, kişi, melikin dini üzerinde demektir. Eğer bu otorite, şeyhler ve ruhban sınıfının otoritesi ise, kişi onların dini üzerinde demektir. Yine aynı şekilde bu otorite, ailenin yahut aşiretin ve yahut ümmetin çoğunluğunun otoritesi ise, kişi şüphesiz bunların dini üzerindedir. Sözün kısası: Eğer bir kimse, herhangi bir şahsı en üstün dayanak, hükmünü de nihaî hüküm kabul eder ve onun çizdiği yola ayniyle tâbi olarak, istekleri doğrultusunda hareket ederse, şüphesiz ki bunu yapan kişi onun dinine, yoluna girmiş demektir.

Dördüncü Anlamıyla Din :

"Şüphesiz ki size va'd olunan şeylerin hepsi, elbette doğrudur. Şüphesiz ki Din de elbette vâkidir." (Zâriyât, 5, 6).

"Din'i yalan sayanı gördün mü"? İşte yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur." (Maun, 1-3).

"O din günü nedir? Bunu sana hangi şey öğretti? O din günü nedir? Tekrar bunu sana hangi şey öğretti. O, öyle bir gündür ki, hiçbir kimse kimseye, hiçbir şeyle fayda vermeye güç yetire yemeyecektir. O gün emir yalnız Allah'ındır" (İnfitâr, 17-19).

Bu âyetlerde "Din" kelimesi, muhasebe, yargılama ve mükâfat verme mânâlarında kullanılmıştır.

GENEL TERİM OLARAK DİN

Buraya kadar Kur'an-ı Kerim, "Din" kelimesini ilk Arapların dilindeki yaygın mânâlara yakın bir anlam da kullanmıştır. Fakat biz, daha sonra Kur'an-ı Kerim'in bu kelimeyi kapsamlı bir terim olarak kullandığını, bu terimle her ne olursa olsun, kişinin yüksek bir otoriteye boyun eğdiği, itaatini ve uyulmasını kabul ettiği, hayatında kanun, kaide ve sınırları ile bağlı bulunduğu, kendisine itaat etmede büyüklük, mükâfaat ve derecelerde ilerleme umduğu, isyan halinde de zillet, aşağılık ve kötü sonuçtan korktuğu bir hayat nizamını kastettiğini görüyoruz. İhtimal ki, dünya dillerinin hiçbirinde bu anlamı hakkiyle ifade edecek, bu derecede toplayıcı ve kapsayıcı bir terim yoktur. Aşağı yukarı (state) kelimesi, bu mefhumu karşılayacak durumdadır. Fakat, "Din" kelimesinin mânâ hudutlarını kap-sayabilmesi için, daha çok genişliğe muhtaçtır. Aşağıdaki âyetlerde "Din" kelimesi, işte bu kapsamlı manâsıyla kullanılmıştır.

"Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a (1) ve âhiret gününe (2) inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri haram tanımayan, (3) Hak dini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelil ve hakir (olmuş bir halde) kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar muharebe edin." (Tevbe, 29).((1)Allah'a inanmayan" ifadesi birinci ve ikinci mânâlardadır 2-Âhiret gününe inanmayan" ifadesi dördüncü mânâdadır 3-Allah'ın ve Peygamberi'nin haram ettiği şeyleri haram tanımayan" ifadesi, üçüncü mânâdadır)("Hak din" ifadesi ise, bütün mânâları kapsamaktadır)

Bu ayetteki    "Hak Din" tâbiri, ilk üç cümlede, mânâlarını bizzat bu terimin koyucusu olan Allah (c.c.) tarafından açıklanan ıstılâhî bir tâbirdir. Biz de dipnotlarda verdiğimiz izahlarla Allahu Teâlâ'nın bu âyette din kelimesini dört mânâda kullandığını, sonra da bu dört mânâyı  tabiri ile karşıladığını belirttik.

"Firavun "Bırakın beni dedi, Musa'yı öldüreyim; varsın Rabbine yalvarsın! Çünkü Ben O'nun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum." (Mümin, 26)

Kur'an-ı Kerim'deki, Hazret-i Musa ile Firavun kıssasına ait tafsilat gözden geçirildiğinde, bu âyetlerde din kelimesinin sadece dindarlık ve itikadı fırka mânâsına gelmeyip, aynı zamanda bu kelime ile devlet ve medeniyet düzeni de kastedildiği, şüphesiz olarak ortaya çıkar. Zaten Firavun'un da korktuğu ve açıkça söylediği husus şuydu: Eğer Hazret-i Musa (a.s.) bu davetinde muvaffak olursa, devlet el değiştirecek; Firavunların hakimiyetine, yürürlükteki örf ve kanunlara dayalı hayat nizamı, kökünden sökülecektir. Sonra da; ya değişik temellere dayalı bir başka nizam hakim olacak veya o’nun yerine herhangi bir nizam hakim olmayacak, bütün memleketi bir anarşi ve karışıklık kaplayacaktır.

"Hak Din Allah indinde İslâm'dır." (Âl-i İmrân, 19).

"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan bu (din) asla kabul olunmaz..." (Âl-i İmrân, 85)

"O, Resulünü hidâyetle, Hak Din ile, sırf o Din'i her dine galip kılmak için gönderendir. İsterse müşrikler hoş görmesin" (Tevbe, 33).

"Yeryüzünde bir fitne kalmayıncaya ve Din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar, onlarla muharebe edin..." (Enfâl, 39).

"Allah'ın yardımı ve fetih gelince, insanların grup grup Allah'ın dinine girdiklerini görünce, hemen Rabbini hamd ile teşbih ve tenzih et. O'nun y ar Ilgamasını iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir." (Nasr, 1-3).

Bütün bu âyetlerdeki "Din" kelimesi ile kastedilen mânâ, ameli, ahlâki, fikri, itikadî... her cephesini içine alan kapsamlı ve mükemmel bir hayat nizamıdır.

Allah ilk iki âyette, kendi nazarında arzu edilen doğru hayat nizâmının Allah'a itaat ve kulluk esasına dayalı bir nizâm olduğunu açıklıyor. Allah'tan başka bir otoriteye itaat üzerine kurulan diğer nizâmlara gelince, onlar Allah katında makbul değildir. Zaten bu nizâmların, tabiatları icâbı makbul olma imkanları da yoktur. Çünkü bu, insanın Allah'ın kulu, kölesi ve O'nun mülkünde ancak bir tabi oluşundandır. Bunun için insanın, Allah'tan başka bir otoriteye kulluğu veya Allah'ın dışında bir varlığa tâbi olması kabul edilemeyecek bir durumdur.

Üçüncü âyette Allah (c.c) Rasûlünü (s.a) insan hayatı için bu doğru Hak Nizâm'ı kurmak üzere gönderdiğini ve risaletinin gayesinin, bu Nizâm'ı diğer nizamlardan üstün kılmaktan ibaret olduğunu açıklamaktadır.

Dördüncü âyette Allah, (c.c.) İslâm dinine inanan müminlere fitne yok edilinceye, diğer bir tabirle Allah'a isyan esası üzerine kurulan bütün nizamlar yok edilinceye, bütün kulluk ve itaat nizamı sırf Allah için oluncaya kadar, yeryüzündekilerle savaşmayı ve bundan hiçbir suretle vazgeçmemeyi emretmektedir.

Son olarak beşinci âyette ise Allahu Teâlâ, Peygamberi'ne (s.a.) yirmi üç senede devamlı bir mücadele ve çalışmadan sonra, İslâm'ın bilfiil bütün boyutlarıyla iktisâdi, siyâsî, içtimaî, tâlimi, ahlâkî, fikrî ve akîdevî bir nizam olarak oluştuğu, İslâm devriminin tamamlandığı ve Arap Yarımadası'nın her tarafından gelen çok sayıda topluluğun bu nizâma dahil olduğu sırada -ki Peygamber, gönderilmiş bulunduğu risâlet vazifesini yerine getirmiş idi- O'na şöyle hitab etti: "Senin risâletinde gerçekleşmiş bu büyük işi kendi çalışmanla olmuş zannetme; o takdirde aldanırsın. Ancak noksanlıktan ve ayıptan münezzeh, kemâl sıfatı ile benzersiz olan senin Rabbin, bunu gerçekleştirendir. Öyle ise O'nu hamd ile tesbih et ve son derece mühim olan bu işi yapmanda seni muvaffak kıldığından dolayı şükret ve O'ndan şunu dile: Rab! Senin hizmetini ifa etmekle görevli bulunduğum yirmi üç sene zarfında, yapmam gereken şeyler hususunda olabilir ki benden kusurlar ve hatalar sâdır olmuştur; beni affet!"

Dualarımızın sonu: "Hamd, âlemlerin Rabbi içindir."

Ebu'l A'la Mevdudi

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol