Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. (Tevbe/38)

Anasayfa

ALLAH ERLERİ

hakimiyet meselesi

Hakimiyet Meselesi

"Sizin Allah'tan başka ibadet ettikleriniz Allah'ın kendileri hakkında hiç bir ispatlayıcı delil indirmediği sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başka birşey değildir. Hüküm yalnızca Allah'ındır. Allah ancak kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Ancak insanların çoğu bilmezler" (Yusuf Sûresi, 12/40)

Sizin uydurmuş olduğunuz sözkonusu bu sahte ilahların tamamı - ister bir insan olsun, ister ruhlardan, şeytanlardan veya meleklerden, yahut da Allah'ın emrine tabii olan güneş, ay ve yıldızlar gibi evrensel kuvvetler türünden olsun- rububiyet noktasında en ufak bir güce bile sahip değillerdir. Rububiyet hakikati ile bu uydurma ilahlar arasında hiç bir ilişki yoktur. Rububiyet sadece tek ve herşeyden üstün olan, kulların yaratıcısı Allah'a aittir. Lakin farklı sistem ve ortamlara mensup olan bazı insanlar bu sahte ilahlara isimler takarak onlara çeşitli sıfat ve özellikler yüklemektedirler. Bu sahte rablara, izafe edilen özelliklerin ilkide hüküm koyma ve otorite yetkisi vermedir. Oysa Allahü Teala onlara ne bir hüküm yetkisi vermiş ne de böyle bir selahiyet tanımıştır.

"Hüküm yalnızca Allah'ın'dır. O ancak kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Ancak insanların çoğu bilmezler"

Hüküm koymak ancak ve ancak Allah'a aittir. Uluhuyetin sadece O'na ait olması sebebiyle hüküm koymak ve hükümranlıkda sadece O'na aittir. Çünkü hakimiyet ilahlığın temel özelliklerindendir. -İster fert olsun isterse bir sınıf, bir parti, bir grub, bir millet, isterse de milletler arası bir örgüt altında tüm insanlar olsun- kim hakimiyetin kendi tekelinde olduğunu ileri sürerse herşeyden önce ilahlığın, uluhiyetin temel nitelikleri bakımından Allah'a savaş açmış demektir. Bu noktada hakimiyet yetkisini kendi üzerinde görerek Allah'a savaş açanlar, Yüce Allah'ı apaçık bir biçimde inkâr etmişler ve kafir olmuşlar demektir. Böyle bir kimsenin küfrü, dinin kat'i hükümleriyle sabittir. Böyle bir kimsenin kafir olması noktasında sadece bu ayet bile yeterlidir.

Kişiyi dosdoğru dinin çerçevesinin dışına çıkaran, uluhuyetin temel niteliği noktasında Allah'a savaş açmak konumuna getiren böyle bir iddia için kişinin ille de Firavun misali "Sizin için kendimden başka bir ilah tanımıyorum" veya "Sizin en büyük Rabbiniz benim" demiş olması asıl şart değildir. Kişinin sadece Allah'ın şeriatını geçersiz hale getirmesi, hüküm noktasında Allah'ın şeriatının dışında başka temellere dayanması, tatbikatta ve gerçek hayatta Allah'dan başkasına hüküm yetkisi verip onu söz sahibi kabul etmesi...

İşte tüm bunların kişiyi yukarıda değindiğimiz türden bir iddia sahibi yapması için yeterlidir. Bunu yapan tüm millet veya küçük bir grub insan olsa bile değişmemektedir.

İslam toplumunda ümmet Allah'ın şeriatını uygulaması için kendisine bir idareci seçerek O'na yetki verebilir. Ancak bu hakimiyet yetkisinin ümmetin elinde bulunduğu anlamına gelmez. Tam aksine hakimiyetin kaynağı sadece Allahü Teala'dır. Ancak birçok İslam araştırmacısı bile yönetme işlemi ile otoritenin kaynağını birbirine karıştırmaktadırlar. İnsanlar sadece ve sadece Allah'ın şeriatında bildirdiği hükümleri uygulamak zorundadırlar. Allah'ın şeriatında yeralmamış bir hükmün ne doğruluğundan ne de meşruluğundan hiç söz etmeden...

Yalnız unutulmaması gerekir ki insanlar bir bütün olarak hakimiyet yani hüküm koyma yetkisine sahip değillerdir.

"O yalnız kendisine ibadet etmenizi emretmiştir"

Ayetteki bu açıklamayı Kur'an dilini bilen bir arabın anladığı gibi anlayabilmemiz için sadece Allah'a özgü olan "ibadetin, kulluk etmenin" içeriğini iyice kavramamız gerekmektedir.

Ayette kulluk etmek kelimesini ifade etmek için kullanılan A-BE-DE fiilinin lügatteki anlamı itaat etmek, boyun eymek, kendisinin küçüklüğünü kabul etmek demektir.

Başlangıçta bu kelime, dinin gereklerini yerine getirme anlamını ifade eden ıstılahtaki anlamıyla değilde sadece lügatteki anlamı ile kullanılmakta idi. Zaten bu ayetin ilk indiği sıralarda dinin gerekleri -ıstılahtaki anlam- tamamen bildirilmemişti. Bilahere ıstıhladaki manası lugattaki manayı ihtiva eder bir mahiyette vücuda gelmişti.

Bu kelime ile anlatılmak istenen ise sadece Allah'a boyun eğmek, gerek kulluk noktasında, gerekse yasa ve ahlaki davranışlar açısından yalnız Allah'a itaat etmek, ve sadece O'nun emirlerini benimsemektir. Dolayısı ile ibadetin göstergesi tüm bu konularda sadece Allah'ın önünde eğilmektir. Zira Allahü Teala yarattıklarından herhangi bir kimseye değil sadece kendisine ibadet edilmesini -kulluk yapılmasını- istemiştir.

İbadet kelimesinin içeriği bu şekilde iyice kavradıktan sonra Hz. Yusuf'un, Hakimiyeti sadece Allah'a has kılmayı, niçin Allah'a ibadet etmekle açıkladığını daha iyi anlıyoruz. Zira gerek insanların yaşamında gerekse varlıklar düzeni için kaderde belirlediği karşı konulmaz hükümlerinde veya insanların yaşamlarına ilişkin hükümlerde, yetkinin Allah'dan başkasına ait olması durumunda O'na ibadet edebilmek, O'na itaat edip boyun eğebilmek gerçek anlamda mümkün değildir. O'na ibadet etmek, O'na boyun eğebilmek ancak ve ancak O'nun tüm hükümlerinin benimsenmesi ile olur.

Şimdi burada bir kez daha tekrarlıyoruz. Bu dinin kesin bir hükmüdür ki hakimiyeti kendisine izafe eden kimse Allah ile mücadele etmeye kalkışmış ve Allah'ın dininden çıkmış ebedi cehennemlik olan kafirler zümresine ilhak olmuştur. Zira böyle bir tavır sergileyen kimse sadece Allah'a ibadet etme çizgisinden uzaklaşmış ve şirk koşmuştur...

Ayrıca böyle bir tavır sergileyenlerin bu iddialarında haklı olduğunu düşünenler, böyle bir kimseye itaat edenler, onların emirlerinde tabii olup kalplerinde de olsa buğz ve düşmanlık göstermeyenler...

Bunlarda Allah'ın dinini din edinmemişler ve Allah'a şirk koşmuşlardır. Hakimiyet noktasında Allah'a savaş açanlarla, onlara tabii olanların küfür ve şirkleri Allah'ın terazisinde aynı ağırlıktadır.

Hz Yusuf dosdoğru dinin, hakimiyet yetkisini yalnız Allah'a vererek O'na ibadet etmek olduğunu beyan ediyor.

"Dosdoğru din işte budur..."

Bu sözlerde artık bir sınırlama, getiriliyor. Hükmü yalnız Allah'a has kılmak ve böylece O'na ibadet suretiyle gerçekleşen bir din. Bundan başkada dosdoğru bir din yoktur.

"Ancak insanların çoğu bilmezler"

Dini bilmeyen cahil kimseler oldukları içindir ki bu dosdoğru dine tabi olamamaktadırlar. Bu cahillerin cehaletlerinden dolayı ne iman etmeleri ne de bu dine tabii olmaları kendilerinden beklenebilir. Dinin bu noktada aslını ve mahiyetini bilmeyen bu insanları dosdoğru din olan Allah'ın dinine nispet etmek ne akla sığar ne de gerçeğe uygun düşer. Bu hususta bu kimseleri Allah'ın dinine nispet edip hatalarının faturasını da cehaletlerine bağlamak geçerli bir mazeret değildir. Dini bilmemeleri işin ta başında müslüman olmalarına en büyük engeldir. Sonuçta bir şeye inanmak o şeyi bilmenin bir parçası olup aklında mantığında pratiği budur. Hatta bu mantığında ötesinde son derece açık ve ortadadır.

Hz. Yusuf gayet net ve aydınlatıcı birkaç cümle ile bu dinin temel niteliklerini, bu inanç sisteminini prensiblerini mükemmel bir biçimde çizmiş bulunuyor. Diğer taraftan cahiliyye sisteminin temellerini de sarsmış durumda...

Yeryüzünde kulun kula ibadet etmesi şeklinde tezahür eden bir putpereslik sistemi vardır. Kendi kendini ilahlaştıran bazı kimseler -doğru olan ifadesi ile "Tağut" lar- ilahlığın temel niteliği durumundaki rablik iddiasında bulunmadıkça yeryüzünde varlıklarını sürdüremezler.

Bu amaçla "Tagut" ; halk yığınlarını kendi buyruğu ve hükmüne tabii etme; kendi düşünce ve yasalarına boyun eğdirebilme çabasındadır. Dolayısı ile kendilerinin ibadet edilmeye layık olduklarını iddia eder ve halkında kendilerine uymasını isterler. Bunu dilleri ile ikar etmeseler bile yapmış oldukları uygulamaları bu noktada sözden daha güçlü bir kanıt ve gösterge durumundadır.

Tağutlara itaat etme şeklinde tezahür eden bu tür putperestlik insanların kalblerinde dosdoğru din ve berrak bir inançtan eser kalmadığı zaman ortaya çıkar. Hakimiyet yetkisini sadece Allah'a veren toplumlarda böyle bir putperestlik türünden söz bile edilmez. Zira bu toplumlar ibadetin sadece Allah'a yapılması gerektiğini; ibadetin hükme tabi olmak anlamına geldiğini; bununda aslında kulluğun bir göstergesi olduğunu iyice kavramışlardır. Böyle insanların meydana getirdiği toplumların vicdanlarında din bu şekilde yer ettiği için Tağut'ların bu toplumlarda varlığını sürdürmesi asla mümkün değildir.

"Dosdoğru dîn işte budur. Ancak insanların çoğu bilmezler."

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol