Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. (Tevbe/38)

Anasayfa

ALLAH ERLERİ

Giriş

KUR’AN’A GÖRE DÖRT TERİM

KİTAB HAKKINDA...

İnsan, İlah’ın ne olduğunu, Rabb'ın ne anlama geldiğim, ibadetin neden ibaret olduğunu, Dinin neye dendiğim anlamazsa, şüphesiz, Kur'an-ı Kerim'in tamamı onun gözleri önünden, manasından hiçbir şey anlaşılmayan, gelişi güzel bir söz yığını gibi geçer gider. Bu durumda da Tevhid'in hakikatini bilemez; şirkin mahiyetini kavrayamaz. ibadetini Allah'a tahsis etmeye gücü yetmediği gibi, dininde de ihlasla Allah'a yönelemez. Bu dört terimin ifade etmek istediği mana, şahsın zihninde kapalı, karışık kalırsa ve onların manaları hakkında insanın bilgisi noksan olursa, tabi ki ona Kur'an-ı Kerim'in hidayet ve irşad adına sunduğu şeyler de karışık görünür. Kur'an-ı Kerim'e inanmakla beraber inancı ile bütün amelleri noksan kalır.

  

YAZAR HAKKINDA...

Ebu'l-Â'lâ Mevdudi 1903 yılında Pakistan'ın Haydarabad Dekkan bölgesinde doğdu. Hint Yarımadasının büyük âlim yetiştiren ailelerinden birine mensup olan Mevdûdî'nin babası, çocuğunu İngiliz sömürge eğitiminden uzak özel bir eğitimle yetiştirdi. Özel öğretmenlerden aldığı derslerle yetişen Mevdûdî, İngilizce, Arapça ve Farsça'yı öğrendi.

1920'de babasının vefatı üzerine çalışma hayatına atıldı ve 17 yaşında iken Hint Kıtası müslümanlarının büyük bir ilgi ile izlediği "el Camiat"gazetesinin Yazı İşleri Müdürlüğüne getirildi. Daha sonra "Tercüman'ul Kur'ân" adıyla bir gazete çıkarmaya başladı. Pakistan'ın bağımsız bir devlet olarak kuruluşundan sonra da Cemaat-i İslâmiyye'yi kurdu ve 1976 yılına kadar bu teşkilâtın liderliğini sürdürdü.

Ebû'l-A'la Mevdûdî, fıkıh, ekonomi, siyaset, tarih, siyer, sosyoloji, kültür tarihi ve Kur'ân ilimleriyle ilgili önemli eserler yazdı; eserleri birçok dile çevrildi. Yüzyılımızın en büyük bilginleri arasında yer alan Mevdûdî, 1979 yılında vefat etti.

 

İLAH - RAB - İBADET - DİN

Kur'ani kavramların temeli ve Kur'an'ın mesajı bu dört kelimenin çevresinde odaklanmıştır. Kur'an-ı Kerim'in çağrısının özü şudur: Allah bir ve tek İlâhtır; ortağı yoktur. Kulların muhtaç olduğu tek Rab'dır. On’dan başka ilâh da yoktur; Rab da... İlâh'lık ve Rab'lıkta kimse O'na ortak olamaz. İnsana gerekli olan, O'nu tek ilâh olarak kabul etmesi, O'ndan başkalarını Rab kabul etmemesi, başkasının ilâhlığım tanımaması, yalnız O'na ibâdet edip başkasına tapmaması, dinini Allah-u Teâlaya tahsis etmesi, O'nun dininden başka bütün dinlere karşı koymasıdır.

Nitekim bu husus Kur'an-ı Kerim'de şöyle açıklanmıştır:

"Biz senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahy etmiş olmayalım: Gerçek şudur ki, benden başka hiçbir ilâh yok. O halde bana ibâdet edin" (Enbiya, 25)

"Oysa onlar, tek olan bir İlâh’a ibâdet etmekten başkasıyla emr olunmadılar. O'ndan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir." (Tevbe, 31)

"Hakikat şu (tevhid ve İslam dini) bir tek din olarak sizin dininizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde (başkasına değil) bana kulluk edin" (Enbiya, 92)

"De ki: "O, her şeyin Rabb'ı iken ben Allah'tan başka bir Rabb mı arayacağım?" (En'am,164)

"Artık kim Rabb’ına kavuşmayı ümit ediyorsa salih bir amel işlesin. Ve Rab'bına ibâdette (hiçbir kimseyi ve hiçbir şeyi) ortak tutmasın" (Kehf, 110).

"And olsun ki, biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin, tağuttan sakının" diye (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir". (Nahl, 36)

"Şimdi onlar Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde ne varsa (hepsi) ister istemez O'na boyun eğmiştir. Nihayette O'na döndürülüp götürüleceklerdir." (Âl-İmran, 83)

"De ki: Ben, Allah'a O'nun dininde ihlas edici olarak ibâdet etmemle emr olundum." (Zümer, 11)

"Şüphe yok ki Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz.Öyle ise O'na kulluk edin. İşte doğru yol budur." (Âl-i İmran, 51)

Bu birkaç ayeti yalnızca örnek olsunlar diye sıraladık. Aslında Kur'an-ı Kerim'in hidayet ve irşad olarak getirdiği her şey sadece bu dört terim etrafında döner. Kitab-ı Hakîm'in konusu ve temel görüşü şu dört esastan ibarettir:

Allah, Rab ve ilâhtır. O'ndan başka ilâh da Rab da yoktur. İnsanın yalnızca O'na ibâdet etmesi gerekir. Din'in sadece O'na has kılınması gerekir.

DÖRT TERİMİN ÖNEMİ

Kur'an-ı Kerim'i öğrenmek, anlamının derinliklerine inmek isteyen kimsenin bu dört kavramdan her birinin gerçek anlamlarını bilmesi, tam ve kapsamlı olarak neyi ifade ettiklerini anlaması gerekir. İnsan ilâhın ne olduğunu, Rabb'in ne anlama geldiğini, ibâdetin neden ibaret olduğunu, dinin neye dendiğim anlamazsa, şüphesiz, Kur'an-ı Kerim'in tamamı onun gözleri önünden, mânâsından hiç bir şey anlaşılmayan, gelişi güzel bir söz yığını gibi geçer gider. Bu durumda da, tevhidin hakikatini bilemez; şirkin anlamını kavrayamaz; ibâdetini Allah'a tahsis etmeye gücü yetmediği gibi, Din'inde de ihlasla Allah'a yönelemez. Bu dört terimin ifâde etmek istediği mânâ zihinlerde kapalı, karışık kalırsa ve onların mânâları hakkında insanın bilgisi noksan olursa,tabii ki ona Kur'an-ı Kerim'in hidayet ve irşad adına sunduğu şeyler karışık görünür. Kur'an-ı Kerim'e inanmakla beraber, inancı ile bütün amelleri noksan kalır. Durmadan "Allah'tan başka ilâh yoktur" kelime-i tevhidini tekrarladığı halde Allah'tan başka birçok ilâhlar edinir. Her zaman Allah'tan başka Rab olmadığını söyler durur; fakat pratikte Allah'ın dışında başka Rablara itaat eder; boyun eğer. Bütün doğruluk ve ihlası ile Allah'tan başkasına ibâdet etmediğinden, O'ndan başkasına boyun eğmediğinden dem vurur da bunun yanında Allah'tan gayri bir çok ilâhların kulluğuna bağlanır, kalır. Yine aynı şekilde bütün şiddet ve kuvvetiyle Allah'ın dininin gölge ve himayesinde olduğunu bağıra bağıra söyler. Birisi kalkıp kendisini İslam'dan başka bir dine nisbet ederse, ona hücum eder, savaş açar da, bütün bunlara rağmen çeşitli dinlere bağlanmış olarak yaşar durur.

Şüphesiz ki bu şahıs Allah'tan başkasına dua etmez, O'ndan başkasını ilâh ve rab olarak adlandırmaz. Lakin bunu sadece dili ile yapar. Bunun yanında bu iki kelimenin kullanıldığı anlamda bir çok ilâhlar, çeşitli rabler edinir de, bundan haberi bile olmaz. Bu durumdaki birisine, başka başka ilâh ve rableri Allah'a ortak ettiğim ve dinde şirk koştuğunu anlatarak uyandırmak istediğin zaman üzerine hücum eder ve buna şiddetle tepki gösterir. Ama o gerçekte, dinin ve ibâdetin gerçek amaçları bakımından şüphesiz ki Allah'tan başkasına ibâdet etmekte ve O'nun dininden başka bir dine girmiş bulunmaktadır. Buna rağmen böyle bir kimse, gerçekte işlediği amellerin Allah'tan başkasına kulluk anlamına geldiğim bilmez. Oysa içinde bulunduğu durum, aslında Allah'ın hoşnutluğunu taşımayan başka bir Din'in ifadesidir.

Hatalı Anlayışın Gerçek Sebebi:

Cahiliyet devri ile onu izleyen İslam devirlerine baktığımızda şu gerçeği görüyoruz: Kur'an Kerim, Araplar arasında nazil olup onlara sunulduğu zaman, onlardan her şahıs ilâh'ın mânâsının ne olduğunu, rabdan neyin kastedildiğini anlıyorlardı. Zira ilâh ve rab kelimelerini öteden beri dillerinde kullanılıyordu. Bu iki kelimenin anlattığı bütün mânâları kuşatan bir bilgiye sahiplerdi. Bunu için onlara: "Allah'tan başka ilâh yoktur" dendiğinde, ne demek istendiğini ve neye davet olunduklarım tamamen anlıyorlardı. Belirsizlik ve karışıklığa meydan vermeksizin, konuşanın neyi yok saydığı ve Allah'tan başkasını ne ile vasıflandırmaktan menettiği, hangi şeyi Allah'a tahsis edip, O'na ihlasla has kıldığı insanlar tarafından açıkça anlaşılıyordu. Küfredenler küfürlerinin Allah'tan başkasının ilahlık ve rab lığı ile neyi iptal ettiğini açıkça bilerek küfrediyorlar, iman edenler bu inancı kabul etmenin neleri gerekli kıldığını veya nelerden uzaklaşmalarını öngördüğünü kesin bir şekilde bilerek inanıyorlardı.

Din ve ibâdet kelimeleri de aynı şekilde dillerinde oldukça yaygın idi. "Kurun ne olduğunu, hangi tavır ve duruma "kulluk" denildiğini, "ibâdet" ismi verilen amelî programın neden ibaret bulunduğunu, "din"den neyin kastedildiğini, bu kelimelerin içine aldığı mânâların neler olduğunu tamamen biliyorlardı. O bakımdan onlara: "Allah'a ibâdet edin, tağutlardan sakının, Allah'ın Dini'ne, diğer bütün dinlerle ilişkiyi tümden keserek girin" denildiği zaman, bu Kur'ani davetin mânâsını anlamakta hataya düşmüyorlardı. Bu kelimeleri işittikleri zaman, bu davetin, kendilerinin yaşam tarzlarında ne tür bir değişikliği gerçekleştirmek istediğini gayet iyi anlıyorlardı.

Lakin bu parlak devri takib eden zamanlarda, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu devirdeki insanların arasında bilinen bu kelimelerin mânâları doğru ve gerçek mânâlarından sapmaya başladı. Hatta bu dört kelimeden her biri, daha önce ifâde ettikleri geniş mânâlarını kaybederek daralmaya başladılar. Böylece kapalı, müphem ifâdeleri ile özel, sınırlı, dar mânâ kalıplarına sıkışıp kaldılar. Bu durumun iki sebebi vardı:

1.Sonraki devirlerde halis Arapça’nın yozlaşması ve arap zevk-i seliminin azalması.

2.İslam toplumunda doğup yetişenler açısından ilâh, rab, ibâdet, din kelimelerinin, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu zamanki câhili toplumda ifade ettiği etkili anlamın, o boyutta etkili olmaktan çıkmış olması.

Bu iki nokta son devir müfessir ve dilcilerini, Kur'an kelimelerinin çoğunu, asıl anlamları yerine, kendi dönemlerindeki müslümanların anlayışlarına göre açıklamaya sürüklemiştir. İşte bundan örnekler:

İlâh kelimesini, heykel kelimeleriyle eş anlamlı gibi açıklamaya koyuldular.

Rab kelimesini, terbiye eden, yetiştiren, halkın eğitimi ile ilgilenen otoritelerle eş anlamlı yaptılar.

İbâdet kelimesine, mezhep (Religion) kelimesinin anlamını yüklediler.

Tâğût kelimesini, put ve şeytanla tefsir ettiler.

Neticede insanlar, Kur'an'ın dâvetindeki hakiki gayeyi, öz maksadı idrak edemez oldular. Kur'an, onları Allah'tan başkasını ilâh edinmemeye çağırdığı zaman, putları terk etmekle, heykellerden kaçınmakla Kur'an'ın isteklerini hakkıyla yerine getirdiklerini zannettiler. Hakikatte ise, ilâh kavramının içine aldığı bütün diğer mânâları ile putlar ve heykellerden başka şeylere yönelmekte devam edip durdular. Bu amelleri ile, Allah'tan başkasını ilâh edindiklerinin farkına bile varmadılar. Kur'an-ı Kerim, "Allah, hakiki Rab'tır. O'ndan gayrisini Rab edinmeyin" deyince: "İşte biz o kimseleriz ki, Allah'tan başkasının mürebbimiz ve işlerimizi de gözeten olmadığına inanırız. Bununla da tevhid yolunda imanımız olgunluğa ermiştir" derler. Ancak onların çoğu, "Rab" kelimesinin kapsadığı ve "mürebbi" anlamı dışında kalan diğer mânâları açısından, Allah'tan başkasının Rablığına teslim olmuş oluyorlar. Kur'an'ın onlara: "Allah'a ibâdet edin, tağutlardan sakının" diye hitâb ettiği zaman: "Putlara tapmayız; Şeytana kin besler, lanetleriz; Allah'tan başkasına huşu duymayız. Kur'an'ın bu emrine tam bir bağlanışla uyarız" derler. Halbuki taşlardan yontulmuş putlar haricinde, nice tâğutların eteklerine, zaman zaman ilâhlığın dışında olmak üzere sımsıkı yapışmakta devam edip dururlar. İbâdetin diğer çeşitlerini, Allah'tan başkasına tahsis ederler.

 Bunu din hususunda da söyleyebiliriz. İnsanlar, dini Allah'a samimiyetle has kılmak tabirinden İslam Dini'ne mensup olup, Brahmanist, Yahudi ve Hristiyan v.s. olmamak mânâsını çıkarıyorlar. Bundan dolayı da, İslam Dini'ne mensup olduğunu söyleyen her şahsın dinini samimiyetle Allah'a has kıldığını zannediyorlar. Oysa ki onlardan birçoğu, din kelimesinin içine aldığı geniş mânâlar yönünden, hiç de dinlerini ihlasla Allah'a has kılan kimseler değillerdir.

Hatalı Anlayışın Neticeleri:

 Tartışılamayacak gerçek şudur: Kur"an öğretilerinin çoğu insanlara gizli kalmıştır. Hatta diyebiliriz ki, O'nun yüce ruhu ve mesajının temeli -başka bir sebep olmaksızın- yalnızca bu dört esas terimin, cehalet perdesi ile kapanması neticesinde kaybolmuştur. İşte bu, kendilerini Müslüman sayanların İslam Dini'ni kabul etmelerine rağmen iman ve amellerinde zayıflık ve eksikliğe sebep olmalarının en büyük etkenidir. Bütün bunlardan dolayı Kur'an-ı Kerim'in hakiki gayesinin açıklığa kavuşması için, bu dört terimin eksiksiz bir şekilde açıklanması gerekmektedir.

Bununla beraber bu terimlerin ifâde ettiği mânâları daha önce yazmış olduğum bir kaç makalede özetlemeye teşebbüs etmiş idim. Ancak şu ana kadar yazdıklarım, bu konuda zihinlere yerleşmiş olan hataları söküp atmaya kâfi gelmeyecektir. Bazıları bununla kanaat etmeyip yeterli görmeyecekler, bu açıklamaları rahatlıkla kabul edemeyeceklerdir. Zira onlar, bu kelimelerin mânâları olarak, Kitab-ı Aziz'in ayetlerini delil göstermeksizin meydana getirdiğim bütün açıklamaları, kafamda tasarladığım şahsi görüşlerim zannedecekler. Görünen de odur ki, benimle aynı görüşü paylaşmayanları ve bu hususta bana muvafakat etmeyenleri ikna etmek mümkün değildir. Bundan dolayı, elinizdeki kitapta bu dört terimin ifade ettiği mânâları, Kuran'dan çıkardığım deliller ve lügat kitaplarında yer alan izahlara dayanarak açıklamak istedim.

Allah izin verirse, söze evvela İlâh kelimesi ile başlayacağım. Sonra sırası ile Rab, ibâdet ve Din kelimelerine geçeceğim.

Ebu'l-A'lâ Mevdûdî

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol